14 Aralık 2015 Pazartesi

BOZKIRIN TEZENESİ

Neşet Ertaş 1938 senesinde Kırşehir Çiçekdağı’nda doğmuştur. Babası saz üstadı/ustası Muharrem Ertaş, annesi Döne Hanımdır. Ertaş, ilkokul yıllarında ilk olarak keman, daha sonra bağlama çalmayı öğrendi. Babası Muharrem Ertaş ile birlikte yörenin yerel eğlencelerinde, düğünlerde saz çalıp, eşliğinde türküler söylemeye başladı.
Ertaş, etkilendiği tek kişinin babası Muharrem Ertaş olduğunu hemen hemen her söyleşisinde belirtir. Kendi ifadesi ile şu şekilde beyan eder; “Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız.” Neşet Ertaş, 1950’li yılların son döneminde İstanbul’a gelerek ilk plağını “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adı ile babası Muharrem Ertaş’ın sahibi olduğu ve o’na ait bir türkü ile çıkardı. Halk tarafından çok beğenilen bu plağı diğer plaklar, kasetler ve halk konserleri takip etmiştir. Yıllar sonra Neşet Ertaş Ankara’ya yerleşir. Burada yaşadığı sağlık sorunları yüzünden kardeşinin daveti üzerine Almanya’ya gitmeyi uygun görür. Çocuklarının eğitimi ve sanatsal çalışmalarından ötürü uzun bir süre Almanya’da ikamet eden Neşet Ertaş, 2000 senesinde İstanbul’da verdiği konser ile sevenlerinin karşısına yeniden çıkmış ve sahne almıştır.
Süleyman Demirel döneminde kendisine sunulan ‘devlet sanatçılığı’ ünvanını; “O dönem Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, ‘hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’ diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdatlarımız adına aldım.” diyerek geri çevirmiştir. Mütevazı kişiliği ile de halk’ın sevdiği isim olmayı başarmış ve gönüllerde taht kurmuştur. Unesco tarafından ”yaşayan insan hazinesi” kabul edilmiş olan Neşet Ertaş, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından da fahri doktora ödülüne layık görülmüştür.
Usta sanatçı ve gönül adamı Neşet Ertaş, 25 Eylül 2012’de İzmir’de tedavi gördüğü hastane’de hayata gözlerini yummuştur.
neşet7
Bozkır’ın Tezenesi Erdoğan Atakar’ın AğzındanOna bu sıfatı uygun gören isim Erdoğan Atakar’dır. Hikaye’yi birebir anlatıyor:
O yıllarda Karaköy’de, Haliç’in kıyısında bir büroda çalışırdık, Karaköy köprüsünün gözünün içine bakan bir dördüncü katta Gerilerde Haydarpaşa, Topkapı Sarayı…
Sabah büroya ilk giren emektar Grundig’in tuşuna basar, Ankara Radyosundan alınmış bir makara bant dönmeye başlar, odayı efkarlı bir ses doldururdu; Karadır bu bahtım kara! Ardından öbürleri gelirdi; Kendi edip kendi bulanlar, seher vakti çalınan yar kapıları, çıkagelen gözleri sürmeliler, yine bir laf duyup belli kırılanlar, görülmeyi görülmeyi ne güzel olan gözeler, iki baş bir yastıkta uykuyu neyleyen gözler, gelinlerin geçtiği köprüler… Sonunda; “Biter Kırşehir’in gülleri biter!” der, bitirirdi Sabahtan akşama, bittikçe başa dönülen bu bant dönüp dururdu o işhanı’nın dördüncü katında, o yıllarda, Haliç’in kıyıcığında.
Bir gün, arkadaşlarımızdan biri Unkapanında çalışan bir arkadaşından aldığı bir mektubu getirdi Yugoslavya’nın bir mapushanesinden yollanmış, plakçısına bir ricasını ileten bir mektup. Mektubun altındaki imza Neşet Ertaş’tı. Yaşar Kemal’in bir kitabını alıp yanlış hatırlamıyorsam, Üç Anadolu Efsanesi ön sayfasına: “Bozkırın büyük tezenesine geçmiş olsun!” yazıp imzaladım: Erdoğan Atakar. Sonra da öbür arkadaşlarım imzaladılar, yani Erdal Taşçıoğlu, Ömer Köseli, Nejat Kutsal ve Hüseyin Atasoy. Yolladık kitabı Yugoslavya’nın mapus damına. Aradan bir süre geçtikten sonra Ertaştan bir mektup aldık; teşekkür edip, “İstanbul cennetinde buluşmak üzere” diye bitiriyordu
neşet5
Aradan uzun bir süre geçti Ses soluk çıkmadı Ertaştan, makara bant dönüp duruyordu. Bir gün gazetelerde bir ilan çıktı; “Neşet Ertaş Çakıl gazinosunda!” Bir sepet çiçek yolladık ilk akşamında programın “Bozkırın Büyük Tezenesi, İstanbul Cennetine Hoşgeldin” yazılı bir kart iliştirdik Altında aynı imzalar: Erdoğan, Erdal, Ömer, Nejat, Hüseyin Akşam da soluğu Çakılda aldık. Geç vakit sahneye çıktı. Perde açıldığında sağ yanında bizim çiçek sepeti duruyordu. Eğildi, mikrofona, “aranızda dostlarım var, ilk türküyü onlar için okuyorum” diyerek bir uzun havaya girdi. Bizim masada herkes ayağa fırlamış, çığlık çığlığa…
Program sonunda gidip onu kuliste buldum; Ertesi gün buluşmak üzere sözleştik. Onun Çakıl’da program yaptığı o sürede sık sık gidip onu dinledim Program sonrası beraber çıkar, bir yerlerde yer içer, konuşurduk. Daha sonrada o konuşur, ben dinlerdim; Zor geçen çocukluk yılları, baba Muharrem Ertaş, Sayın Nida Tüfekçi bir seferinde: “Neşet, geç vakit sahneye çıkıyorsun, herkes sarhoş, programa bir uzun havayla girip on onbeş dakika uzun hava okuyorsun; O kafayla dinleyemiyorlar, dikkat dağılıyor, uzun havayı kısa kesip, kırık havaya geçsen daha iyi olmaz mı?” Demiştim. Cevabını hiç unutamam: “Ben bu uzun havaya girince, beş dakikada çıkamam ki!” Bir akşam eve davet etmiştim, kabul etti. Akşam gel beni stüdyodan al dedi. Tünelden çıkınca, biraz ilerde, sağda bir binanın üst katlarından birine çıktım. Kapıyı açtılar, camlı bir bölgenin arkasında son türküyü okuyordu: Haydar, Haydar(Yanlış anlaşılmasın, hani şu melanet hırkasını giyen Haydar)çıktı geldi,”bunu niye söylüyorsun? diye söylendim.” Kırk plaklık (aklımda yanlış kalmadıysa) bir anlaşmam var. Napıyım? Dedi. Onun arabası da benimki de o zamanlar evlendirme dairesi olan yapının karşısındaki parktaydı.
O yıllar onun burunlu, benim de burunsuz birer Volkswagenimiz vardı. Onun arabasını ben kullanarak, eve geldik Hazırlanmış masaya kafasını koydu, koyuş o koyuş. Ben de tuttum, onun bandını koyup bant çalara, kadehimi doldurdum. Son türküye gelmiştik, kafasını kaldırdı: Ben bunu da mı okumuşum? Diye sordu. Biter Kırşehirin gülleri biter kalktı, bir güzel oynadı. Bir iki lokma aldı mı almadı mı masadan kalkıp, geçtik oturduk. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Aldı sazı eline ben şelfe lafını o günlerden 15-20 yıl sonra duydum sanırım tezenesiz o güne kadar duymadığım mistik, dini havalar çalıp söyledi, usul usul… Sonra da sazı odanın duvarına asıp, binip arabasına gitti.(İki gün sonra geri götürdüm sazı elbette) O program, Çakıldaki program bitince, Ertaş İstanbul’dan gitti;bir daha da görüşmedik…
neşet3
Mütevazı KişiliğiHiçbir zaman ben demeyen bir karakteri vardı. Devlet sanatçılığını kabul etmemesi, ayrımcılık olarak görmesi onun mütevazılığını ve karakterini ortaya koymaya yeterli oldu. Nil Karaibrahimgil’in: ” Neşet Ertaş’ı tanımıyorum, dinlemedim.” Sözlerinden sonra: Biz yaşlı adamız, kızımız henüz genç dinlemeyebilir, duymamış olabilir bu normal, bunda yanlış bir şey yok diyerek mütevazı kişiliğinden ödün vermemiştir. Bu açıklamalar sonrası Nil Karaibrahimgil’in özrü gecikmemiştir. Hem kişiliğini hem sanatını fazlasıyla takdir ettiğim ve sevdiğim Neşet Ertaş’ın babası ile keyifli atışmasını da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bunun yanı sıra sizlere sunacağım birçok video Neşet Ertaş’ın belgesel niteliğindeki görüntülerini içeriyor ve konserlerinden bazı görüntüleri de paylaşacağım. Özellikle Can Dündar’ın hazırladığı sunumu muhakkak izleyiniz.
Neşet Ertaş’ın Kendi Kaleminden Hayatı
3275_neset_ertas48924312329e5c6c2
Bin dokuz yüz otuz sekiz cihana
Kırtıllar köyünde geldin dediler
Babama muharrem, anama döne
Dediysen atayı bildin dediler
Dizinde sızıydı anamın derdi
Tokacı saz yaptı elime verdi
Yeni bitirmiştim üç ile dördü
Baban gibi sazcı oldun dediler
O zaman babamdan öğrendim sazı
Engin gönül ile hakka niyazı
O yaşımda yaktı bir ahu gözü
Mecnun gibi çölde kaldın dediler
3275_neset-ertas-i-kaybettik-3963703_2152_o
Zalım kader devranını dönderdi
Tuttu bizi ibikliye gönderdi
Babam saz çalarken bana zil verdi
Oynadım meydanda köçek dediler
Anam döne ibiklide ölünce
Tam beş tane öksüz yetim kalınca
Beşimiz de perişan olunca
Babamgile burdan göçek dediler
Yürüdü göçümüz tefleğe doğru
Bu hali görenin yanıyor bağrı
Üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı
Bunlara bir ana bulun dediler
Yozgatın Kırıksoku Köyüne vardık
Bize ana yok mu diyerek sorduk
Adı arzu dediler bir ana bulduk
İşte bu anadır buldun dediler
En küçük kardaşı kayıp eyledik
Onun için gizli gizli ağladık
Üstelik babamı asker eyledik
Yine öksüz yetim kaldın dediler
3275_neset-ertas-kimdir_1348575131
Zalım kader tebdilimi şaşırttı
Heybe verdi dalımıza devşirtti
Yardım etti Yerköyüne göçürttü
Biraz da burada kalın dediler
Yerköyden Kırıkkaleye geldik
Babam saz çalarken biz çümbüş aldık
Kırşehire varınca kemanı çaldık
Aferin arkadaş çaldın dediler
Yarin aşkı ile arttı hep derdim
Babamı bir yere dünür gönderdim
Başlık çok istemişler haberin aldım
İstemiyor yarin seni dediler
Kırşehirde yedi sene kalınca
Düğün düzgün hepsi bize gelince
Burada herkese yer daralınca
Ankaraya gider yolun dediler
neşet.jpg2
Ankarada (sünnetçi) Veysel Ustayı buldum
Epeyce eğleştim, evinde kaldım
Yüz lirayı verip bir yatak aldım
Etti isen böyle buldun dediler
Bir ev kiraladım münasip yerde
Kaldı kavim kardaş hep Kırşehir’de
Bu aşk hançerini vurdu derinde
Çaresini bulmazsan öldün dediler
Yarin aşkı ile döndüm şaşkına
Arada içerdim yarin aşkına
Canan acımaz mı garip dostuna
Bunu da içeriye alın dediler
Albümleri
3275_neset-ertas_72141988 Gönül Ne Gezersin Seyran Yerinde
1988 Kendim Ettim Kendim Buldum
1988 Kibar Kız
1989 Hapishanelere Güneş Doğmuyor
1989 Sazlı Sözlü Oyun Havaları
1990 Gel Gayri Gel
1992 Türküler Yolcu
1992 Gitme Leylam
1993 Kova Kova İndirdiler Yazıya
1995 Seçmeler 2
1995 Seçmeler 3
1995 Seher Vakti
1995   Altın Ezgiler 3
1996 – Polis Lojmanları
1997   Benim Yurdum
1998   Gönül Yarası
1999    Zülüf Dökülmüş Yüze
1999    Gönül Dağı
1999    Muhur Gözlüm
1999    Zahidem
1999    Neredesin Sen
1999    Gönül Dağı

KIRŞEHİR HALK OYUNLARI

Folklor: Kırşehir Türk'ün genel karekterini tipik olarak ve hiç bozmadan sürdüren insanların yaşadığı ildir. Kırşehir yöresi ve insanları sevinç ve kederlerinde hep ölçülüdürler. Bahar ve yaz aylarında özellikle düğünlerde ağır başlı ve içten bir söyleşi havası vardır. Yemekleri ölçülü ve doyurucudur.

Halk yaşantısının halk diliyle tipik anlatımını veren türküler Kırşehir'de muhabbet adı altında ağaç altlarındaki sohbetlerde ve düğünlerde bol bol çalınıp söylenir. Bunlar genellikle ya bir bozlaktır
ya da bir uzun havadır. İnsanı yakar kavurur içten içe Bazen bir oyun havasıdır kaşıkla oynatır parmakları şaklatır. Bazen de bir halaydır
dizer kol kola omuz omuza. Halk Müziği Araçları: İlde tezeneli sazların üç telinden dokuz telliye dek tüm çeşitleri çalınır. Divan bağlama tambura ve cura yaygındır. Yaylı sazlardan en yaygını diz üstünde çalınan kemanedir. Üflemeli sazların başında orta kaba zurna gelir. Yörede çalışlarıyla ünlü sanatçılar vardır. Zurnayla halay havaları cirit ve güreş havaları yanında bozlaklar da çalınır. Dilli ve dilsiz kavallar daha çok köylerde yaygındır. Vurmalı sazlar arasında davul tef kaşık zil zilli maşa yaygındır. Oyunlarda fincan ve bardak da çalınır. Bardak oyunu bitince bardaklar atılıp kırılır.GELENEKSEL OYUNLAR: Halk Oyunları: Yörede kaşıklı oyunlar Konya oyunlarıyla halaylarsa doğu illerimizdeki oyunlarla benzerlik gösterir.Halay: halaylar davul-zurna eşliğinde ve erkeklerce oynanmaktaydı. Günümüz KIRŞEHİR’deki çeşitli folklor derneklerinin gösterimlerinde kızlar da oyunlara katılmaktadır. “Halay”denilen halaylarda bireysel oyunları etkisi belirgindir. Oyun topluca başlar “başçeken”(halay başı) tek başına gösteri yapar. Daha sonra da halayın sonuna geçer. Bu kez yeni başçeken gösterisin yapar. Oyun böylece sürer. Halaylar genellikle belli bir sıra izleyerek birbirine ekli oynanır. Oyunların düzeni şöyledir: Ağırlama
Kıvrak halay
Türkü halayı
Üç ayak
Yanlama
Sekmen(seymen)halayı
Başka bir halay düzeninde de şu sıra izlenmektedir:Üç ayak halayı
Hasandağı sekmesi
Sivrik halayı
Cirit halayı
Avşar ağırlaması
Keçeli

Ayrıca Anşa halayı
narinli halayı yıldız kuşlar sepetçioğlu ve sinsin gibi halaylar da yaygındır. Aynı ezgilerle oynanan Cirit halayı ile Sinsin figürleri değişiktir. Halaylarda “Başçeken”in elinde mendil vardır. El ele tutuşan oyuncular
birbirine yaklaşıp ayrılırlar. Kaşıklı oyunlar(Karşılama): Geçmişte “muhabbet”lerde ince saz denilen bağlama keman ve darbuka eşliğinde erkeklerce oynanırdı. Kadınlar arasında da oynanan oyunlara ud ve tef eşlik etmekteydi. Günümüzde kimi köylerde sürdürülen bu geleneği kurulan dernekler yaşatmaya çalışmaktadır. Bu oyunlar düğün karşılama ve uğurlama törenlerinde davul-zurna eşliğinde oynanmaktadır. Kaşıklı oyunların en yaygınları şunlardır:Bad-i zabah(Bad-i Saba) Üç oğlan(kırşehir zeybeği) Biter Kırşehir’in gülleri Yürü güzel Çiçekdağı Bunlardan kimileri şöyle oynanmaktadır:

Üç oğlan:
İki ya da daha çok erkek oyuncunun oynadığı bu oyun ağırlamayla başlar gitgide hızlanır. Oyuncuların ellerinde tahta kaşıklar vardır
ezgiye göre kaşık vuruşları değişir; zeybek özellikleri görüldüğü için Kırşehir Zeybeği de denmektedir. Oyun çökmeler ve beceri isteyen devinimlerle sürer. Çiçekdağı: Erkeklerin oynadığı kaşıklı oyunlardandır. Geçmişte kaşık yerine bardakla oynanan oyun ağırdan başlar ara nağmeyle hızlanır. Biter Kırşehir’in Gülleri: Erkeklerce oynanan türkülü oyunlardandır. Türkünün başlangıcında “heyyyt”diye nara atılır dizler çapraz biçimde yere vurulur. Ellerdeki kaşıklar bir-iki vurularak ayağa kalkınır. En önemli figür sol topuğun sağ ayak arkasında sertçe yere vurulmasıdır. Oyunun türküsü şöyledir:Biter Kırşehir’in gülleri biter
Şakıyıp dalında bülbüller öter
Aman amman gülüm amman
Amman amman efendim amman

Atladım Dinekdağa
Alnım değdi yaprağa
Kız koynunda ölürsem
Koyma beni toprağa
Çoktur güzelleri hep yeni yeter
Kaşının üstünde keman görünür

Aman amman sebep amman
Amman amman efendim amman



Aynam düştü yerlere
Karıştı gazellere
Tabiatım kurusun
Bakarım güzellere
Yürü Güzel: Üç
dört kişiyle karşılama biçiminde oynanır. Öbür oyunlardan daha canlıdır. Hafif bükülerek oynanır. Oyunun en belirgin figürleri son bölümdeki çaprazlamalardır. Özellikle Abdallar arasında muhabbet toplantılarında görülen köçek oyunları geçmişte oldukça yaygındı. Düğünlerde erkek toplantılarında köçekler oynatılırdı. Günümüzde bu gelenek ortadan kalkmıştır. Seyirlik Oyunlar Orta oyunları: Geçmişte yöre köylerinde düğünlerde özel toplantılarda yaygın olarak oynanan oyunlar günümüzde de kimi düğünlerde oynanmaktadır. Kalaycı Kaz ve Koca oyunları bunlardandır. Koca Oyunu: 1942’de Mucur’dan Mehmet Ali Çamlıca’nın derlediği bu oyunda kişiler koca kahya Arapmenevşeler(Arap zenneler) sazcılar ve köylülerdir. Koca uzun bir koyun postu giyer ğöğsüne ve sırtına yastıklar yerleştirmiştir. Sakallıbıyığı yüzü una bulanmıştır elinde uzun sopası vardır. Arap yalınayaktır. Yüzünü dirseklerine dek kollarını ve diz kapağından aşağısını karaya boyamıştır. Başında poşu kemerinde fişeklik tabanca kama vardır. Menevşeler kadın kılığında erkeklerdir. Alana önce koca girer kahyanın adının cafer olduğunu ancak birçok kez yinelettikten sonra anlar. Bu seyircileri güldürür. Koca değirmen ustası olduğunu köye değirmen yapmak istediğini söylerse de kahyayı inandıramaz. Bir iskemle isteyince seyircilerden biri iskemle olur koca tam oturacağı sırada adam çekilir koca yere düşer bu da gülüşmelere neden olur. Koca manilerle kahyaya Söz atar: Dam başında bıtırak
Akşam gelin oturak
Kahya senin dinin imanın kıtırak
Hay benim Cafer Ağam
Cafer Ağam Bir gölüğüm (eşek) var da sürerim gitmez
Üstündeki yükü de haneme yetmez
Kahyalar it olmuş da bizim kapıdan gitmez

Daha sonra iki kızından birini iki gölük karşılığı kahyaya verebileceğini söyler. Bunun üzerine köylülerden ikisi eşek olur
binmeye çalışanlar eşekler binemez düşerler. Koca saz çalınırken alandan ayrılır menevşelerle döner çeşitli türkülerle oyun oynarlar.Bu arada Arap hızla alana gelir. Kızlar kaçışır
koca bir masanın altına saklanır. Arap kızlarını ister. Yaşlı bir adamın kızlarını kaçırdığını eğer onları bulmazlarsa her yeri yakıp yıkacağını söyler. Masanın yanundan geçerken kocayı tekmeler ve yüksek sesle Arapça yarı Türkçe söylenir. Kahya önce kızlarının yerlerini söylemez Arap kor halinde kömür dolu sepetle gelince korkar kurtulmak için kızları vermeye razı olur. Kızlar gelir Arap onları oynatır alır gider. Bu kez koca kızları bulun diye tutturur. Kahyanın verdiği iki eşekle kızları aramaya çıkar. Bir süre sonra kızları bulur birlikte oynamaya başlar. Bir ara durup Arap kızlara bir şey yapmış mı? diye bakınca kızlar gücenir oynamazlar. Ancak “tilki gibiçenlerse” oynayacaklarını söylerler. Koca da zorunlu olarak dediklerini yapar kızlar hoşlanıp oynarlar. Kahya ve koca da onlara katılır. Bu sırada Arap gelir kocayı öldürerek kızları sürükleye sürükleye ***ürür. Oyun böylece sona erer.OYUN ADLARIa) Kaşık Oyunları:
1-Kırşehir’in Gülleri
2-Gel Yanıma
3-Çiçekdağı
4-Üç Oğlan (Alilerin Alisi-Kekillerin neşte neşte)
5-Yürü Güzel
6-Çubuk Uzun
7-Al Elmayı Ver Narı
8-Al Yanak Allanıyor
9-N’olur Hey Gelin N’olur
10- Oy Nari
11- Süpürgesi Yoncadan
12- Suda Balık Oynuyor.
13- Badı Sabah
14-Çek Deveci
15-Sallan Boyuna Bakayım
16-Al Elma Boyanır mı
17-İnce Çayır Biçilir mi
Kaşık oyunlarımız: Genellikle karma olarak oynanmasına rağmen bazı bölgelerimizde yalnız kız yada yalnız erkek oyunları olarak da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; Çubuk Uzun-Erkek Süpürgesi Yoncadan-kız oyunları olarak oynanmaktadır. Oyunlar daire
yarım daire ve düz çizgi formunda oynanmaktadır.Oyunlar hangi formda oynanırsa aynansın karşılıklı giriş çıkışlar yanlara gidişler öne arkaya gidiş gelişler şeklinde sunulmaktadır.b) Halaylar:1-Ağırlamalar
2-Hayrani
3-Avşar
4-Üç Ayak
5-Hoplama
6-Hasan Dağı Sekmesi
7-Kargın Halayı
8-Esir Almaca
9-Sepetçioğlu
10-İbramo
11-Anşa
12-Cemo
13-Kıvrak halayı
14-Hopdirilim.
15-Sin Sin
16-Tura
17-Başımda Altın Tacım
18-Mavilim